Özleştirmeciliğin dildeki bütün yabancı kökenli kelimeleri atma düşüncesi Türkçe üzerinde büyük bir kargaşaya sebep olmuştur. Halk ağızlarına ve eski kaynaklara inerek yapılan çalışmalar sonucunda artık tamamıyla Türkçeleşmiş kelimeler yerine buralardan elde edilen Türkçe kökenli oldukları düşünülen kelimeler getirilmeye başlıyordu. Kalem kelimesi yerine yazgaç, çizgiç, yavuş ve yoğuş gibi her biri ayrı lehçelerden gelme kelimeler öneriliyordu . Türkçenin ses ve şekil bilgisine uymayan ve Türkiye Türkçesinin tarihi gelişim sürecine ters düşen bu kelimeler anlaşılmıyor aksine birer yabancı kelimeden farksız
duruyorlardı. Bu kelimeler basılı yayında yer almaya başlayınca bu durum bir kargaşa ve anlaşmazlık yaratıyordu. Elbette ki böyle bir anlayış ne dil inkılabının felsefesine ne de milli kültür politikasına uyuyordu.
Özleştirme çalışmalarının tasfiyecilik ile böyle bir çıkmaza girdiğini gören Atatürk: “Türkçenin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır, biz daha önce kurtarmaya bakalım” demiştir.
Atatürk 1936 yılından sonra artık tasfiyeciliğe de itibar etmemiş Türkçenin ana kaynaklarına inen çalışmalar yapılmasını telkin etmiştir. Diğer yandan da millete köklü bir tarih-dil şuuru aşılamak istemiştir. Atatürk tasfiyecilik anlayışının dili bir çıkmaza sürüklediğini görmüş ve Güneş Dil Teorisini tasfiyeciliğin önünü pratik bir şekilde kapatmak için kullanmıştır. Bu teoriye göre Türkçe madem dünyadaki en eski dillerden biriydi o zaman o zaman bütün dillere de kaynaklık etmiş demekti. Bu nedenle de yabancı kökenli olduğu düşünülen kelimeler de aslında Türkçe kökenli idi. Bu düşüncenin ışığında dilden her türlü yabancı kelimenin atılmasına gerek olmadığı ve halkın büyük çoğunluğu tarafından bilinen ve edebiyatta da bolca kullanılan kelimelerin atılmaması gerektiği düşüncesi açığa çıkmıştı. Atatürk bu konudaki düşüncelerini şu sözleri ile ifade etmiştir: “ Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat bunları Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’ e söyledim, “ketebe”, “yektübü” arabındır katip, kitap, mektup Türkündür”.
Dilde bu denli bir durumun açığa çıkması Türkçe'yi Osmanlı Türkçesi gibi sadece belirli bir kesmin anlayıp konuştuğu bir "zümre" dili olmaya sürükler. Osmanlı Türkçesinin geniş kitlelere mal edilemeyen sun' i yapısından kurtarmışken bu sefer de günümüz Türkçesi anlaşılmaz bir yapıya bürünür. Bu ise Atatürk' ün milli dil anlayışı ile taban tabana zıttır!
duruyorlardı. Bu kelimeler basılı yayında yer almaya başlayınca bu durum bir kargaşa ve anlaşmazlık yaratıyordu. Elbette ki böyle bir anlayış ne dil inkılabının felsefesine ne de milli kültür politikasına uyuyordu.
Özleştirme çalışmalarının tasfiyecilik ile böyle bir çıkmaza girdiğini gören Atatürk: “Türkçenin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır, biz daha önce kurtarmaya bakalım” demiştir.
Atatürk 1936 yılından sonra artık tasfiyeciliğe de itibar etmemiş Türkçenin ana kaynaklarına inen çalışmalar yapılmasını telkin etmiştir. Diğer yandan da millete köklü bir tarih-dil şuuru aşılamak istemiştir. Atatürk tasfiyecilik anlayışının dili bir çıkmaza sürüklediğini görmüş ve Güneş Dil Teorisini tasfiyeciliğin önünü pratik bir şekilde kapatmak için kullanmıştır. Bu teoriye göre Türkçe madem dünyadaki en eski dillerden biriydi o zaman o zaman bütün dillere de kaynaklık etmiş demekti. Bu nedenle de yabancı kökenli olduğu düşünülen kelimeler de aslında Türkçe kökenli idi. Bu düşüncenin ışığında dilden her türlü yabancı kelimenin atılmasına gerek olmadığı ve halkın büyük çoğunluğu tarafından bilinen ve edebiyatta da bolca kullanılan kelimelerin atılmaması gerektiği düşüncesi açığa çıkmıştı. Atatürk bu konudaki düşüncelerini şu sözleri ile ifade etmiştir: “ Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat bunları Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’ e söyledim, “ketebe”, “yektübü” arabındır katip, kitap, mektup Türkündür”.
Dilde bu denli bir durumun açığa çıkması Türkçe'yi Osmanlı Türkçesi gibi sadece belirli bir kesmin anlayıp konuştuğu bir "zümre" dili olmaya sürükler. Osmanlı Türkçesinin geniş kitlelere mal edilemeyen sun' i yapısından kurtarmışken bu sefer de günümüz Türkçesi anlaşılmaz bir yapıya bürünür. Bu ise Atatürk' ün milli dil anlayışı ile taban tabana zıttır!